top of page
Çalışma Yüzeyi 1_300x.png

İklim Mültecisi mi Göçmeni mi?

İklim değişikliği nedeniyle gerçekleşen göç hareketinin yasal, sosyal ve politik durumunu ele aldığımız röportajımıza verdikleri değerli katkılarından dolayı,

Bilgi Üniversitesi öğretim üyeleri; 

Prof. Dr. Ayşe Uyduranoğlu ve

Prof. Dr. Pınar Uyan Semerciye çok teşekkür ederiz.

Prof. Dr. Ayşe Uyduranoğlu:

İklim değişikliği ile mücadelede azaltım politikalarının küresel düzeyde başarılı olduğunu söylemek imkânsız. Özellikle Paris Anlaşması’nın hedeflerine baktığımızda bu hedeflere ulaşabilmemiz pek kolay gözükmüyor. Anlaşma, yeryüzü ortalama sıcaklık artışını Sanayi Devrimi’nden itibaren 2 °C’nin altında tutmak ve mümkünse 1,5°C ile sınırlandırmayı hedeflemektedir. Sıcaklık artışını yüzde 50 olasılıkla 1,50C sınırlamak için kalan küresel karbon bütçesi 380 milyar tona düştü. Küresel sera gazı emisyonları 2022 seviyelerinde kalırsa dokuz yıl sonra bu bütçe aşılacak.1,5 ve 2°C arasındaki 0,5°C’lik sıcaklık farkının neden olacağı etkiler katastrofik olabilmektedir. Örnek vermek gerekirse, 1,5°C’lik ortalama sıcaklık artışının sonucunda kuruyan bölgelerde 10 yıllık tarımsal ve ekolojik kuraklıklar muhtemelen her 5 yılda bir gerçekleşecektir. Bu etki, 2°C’lik artış ile daha sık görülebilecek ve her 4 yılda bir ortaya çıkacaktır. 1,5°C’lik artıştan dolayı suyun döngüsünün değişmesi 496 milyon insanı su stresine maruz bırakırken, bu sayı 2°C’lik artış ile 586 milyona yükselecektir. Suyun döngüsünün değişmesi sadece su güvenliğini değil, gıda güvenliğini de tehdit edeceği için ulusal ve hatta uluslararası yeni bir güvenlik sorununa neden olacaktır. Bu veriler ışığında, Dünya Ekonomik Forumu tarafından yayımlanan Küresel Riskler Raporu 2022’ye göre, iklim değişikliği ile mücadelede başarısızlık ilk on risk içinde ilk sırada yer almaktadır. Bu risk, son 6-7 yılda yayımlanan raporlarda ilk beş sırada yer alırken, artık ilk sırada yer almaya başlamıştır. İklim değişikliği ile mücadelede iki temel politika mevcuttur. Birincisi, sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yönelik her türlü uygulamayı kapsayan azaltım politikalarıdır. İkincisi ise, değişen iklime uyum sağlamak için uygulanacak politikalarıdır. Maalesef, azaltım politikalarının iklim değişikliği ile mücadelede yetersiz olması nedeni ile iklim göçlerinin önüne geçebilmek için uyum politikalarının önemi daha da artmaktadır.

Soru 1: 1951 yılında o dönemin ihtiyaçlarına göre hazırlanan Cenevre sözleşmesindeki mülteci tanımında "iklim mültecisi" kavramı yer almıyor. Değişen ihtiyaçlar ve toplumsal talepler doğrultusunda mülteci kavramının yakın dönemde tekrar gündeme alınıp, hukuksal altyapısının düzenleneceğini düşünüyor musunuz?

Özellikle geçtiğimiz Kasım ayında gerçekleşen COP27'de haklar konusunun bu kadar gündemde olması hızlandırıcı güç olabilir mi?

 

Prof. Dr. Ayşe Uyduranoğlu:

Sorunuza cevap vermeden önce iklim krizine bağlı olarak oluşan ve/veya oluşacak göçlerin nedenleri aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

  1. İklim değişikliğinin yol açtığı riskler (hava kirliliği, hastalıklar)

  2. Su altında kalmak

  3. Su ve gıda güvensizliği

  4. Diğer başka iklim değişikliği ile ilgili olaylar (sıcak hava dalgaları gibi aşırı hava olaylarının sağlık üzerindeki olumsuz etkileri)

  5. Yukarıda sayılan sorunların ülkede yaratacağı siyasi sorunlar ve çatışmalar ile daha fazla kaos

Uluslararası hukukta bu göçlerden dolayı ortaya çıkan mültecilerin Birleşmiş Milletler Mülteci Sözleşmesi’nde tanınmaması, mülteci tanımı içerisinde yer almaması, Avrupa Birliği’nde iklim mültecilerini tanımlayan net bir tanımın bulunmaması, bu nedenle mültecilerin faydalandığı haklardan iklim mültecilerinin faydalanamamaları göçlerin beraberinde getirdiği sorunların daha da kötüleşmesine yal açacaktır. Bu sorunlardan bazılarını şöyle sayabiliriz:

  • Ulusal ve uluslararası güvenlik sorunları, kutuplaşma sorunlarının artması ve buna bağlı çatışmaların ortaya çıkması,

  • Yoksulluk döngüsünün kırılamaması (eğitimde yaşanacak aksaklıklar),

  • Cinsiyet ayrımını olumsuz etkilemesi, yaşlılar ve çocuklarda psikolojik sorunların ortaya çıkması,

  • Arkada bırakılan kültürel mirasın, özellikle manevi mirasın zaman içinde kaybolmasıdır. Manevi mirasa örnek olarak yeme içme kültürü ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkan festivaller verilebilir. Çevre Ekonomisi’nde çevresel değerlerin korunmasına yönelik bireylerin ödeme istekliliğini hesaplayan çalışmalar mevcut. Ödeme istekliliğini etkileyen en önemli faktörler, çevresel bir değerin eşsiz olması, yerine konulamaması (başka bir şey ile ikame edilememesi) ve geleceğin belirsizlikler ile dolu olmasıdır.

2050 yılına kadar gıda güvensizliğinden etkilenen insan sayısının 5 milyara yükselmesi beklenmekte. Bugün, bu sayı 3,5 milyar civarında. Gıda güvenliğini sadece suya erişimde yaşanan sıkıntı değil, seller de olumsuz etkileyecek. Toprak verimliğinin ve kirliliğinin de ayrıca dikkate alınması gerekir. Göçlerin önlenmesinde uyum politikaları büyük bir öneme sahiptir. İklim krizine bağlı göçlerin ilk aşamada daha çok bir ülke sınırları içinde yaşanacağı öngörülmektedir. Dünya Bankası, 2050 yılına kadar iklim krizine bağlı nedenlerden ötürü kendi ülkeleri içinde göç etmek zorunda olan insan sayısının 143 milyon kadar olabileceğini tahmin etmektedir. Seragazı emisyonlarının azaltılması ve planlama sürecine iklim değişikliği riskinin de alınması (uyum politikaları) ile bu oranın yüzde 80 civarında azaltılacağına da vurgu yapmaktadır.

COP 27’de konuşulan kayıp hasar tartışmalarının çok daha geliştirilmesi ve finansmanının nasıl sağlanılacağına karar verilmesi gerekiyor. Evet, faydalı oldu ve iklim göçmenlerini dikkate aldı diyebilmek için bu tartışmaların pratikteki karşılığını bilmek lazım. Henüz çok daha önce kararlaştırılan Yeşil Finansman ile ilgili sorunlar varken, iyimser olabilmek bence iddialı bir yaklaşım olur. Benim bu konuda yıllardır dile getirdiğim öneri, uluslararası düzeyde uygulanacak karbon vergisidir. Her açıdan tartışmaya açık olmakla birlikte, mükemmel bir çözüm olmamakla birlikte zamanımızın gittikçe daralması nedeni ile önemli olduğunu düşünüyorum. Uluslararası karbon vergisi uygulanabilir. Bu vergi, Dünya Ticaret Örgütü tarafından uygulanabilir ve gelirin belli bir yüzdesi uyum politikalarının hayata geçirilmesi için gerekli olan fonlara aktarılabilir. Hangi ülkenin ne kadar bu fondan faydalanabileceğini belirlerken o ülkelerin iklim değişikliğinin etkilerinden ne kadar zarar göreceğinin dikkate alınması gerekir. Avrupa Birliği (AB), 2050 yılında karbon nötr bir kıta olmayı hedeflerken, bu dönüşümü adil geçişi sağlayarak yapmayı planlamaktadır. Adil geçişin amacı, kırılgan grupların bu dönüşümden zarar görmemesini sağlamaktır. AB, karbon fiyatlandırma politikalarından biri olan ve AB sınırları içinde uygulanan emisyon ticaret sisteminden elde edilen gelirin bir kısmının bu grupları dönüşümün neden olacağı olası refah kayıplarından korumak için kullanmayı planlamaktadır.

 

Kısaca, iklim değişikliğinden en çok etkilenecek ülkelere uyum politikalarının hayata geçirilmesi için yapılacak finansal yardım çok önemli. Bu yardım, hem uluslararası güvenliğin sağlanmasına katkıda bulunacak hem de kırılgan grupların refahının korunmasına yardımcı olacaktır. Ama yardım konusu sadece finansal yardım ile sınırlı kalmamalı, teknoloji, yetişmiş uzman, gerekli olan altyapı ve kurumsallaşmayı da kapsamalıdır. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, gelişmiş ülkelerin geçmişten gelen sorumluluğu tanır ve hakkaniyet gereği bu ülkelerin iklim değişikliğine karşı daha kırılgan olan ülkelere yardım etmesi gerektiğini vurgular.

Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci:

Tam da sorunuzda formüle ettiğiniz üzere ulusal ve uluslararası hukuk ve düzenlemeler aslında toplumsal ihtiyaçlarla şekilleniyor. Bu bağlamda da iklim krizinin şimdiki ve gelecekte daha da artması beklenen sonuçları çerçevesinde insan hareketliliği kaçınılmaz. Bu durumun da yasal düzenlemeleri ve tanımlamaları kaçınılmaz olarak şekillenecek. Şu anda mülteci koruma rejimi kapsamında olmadığı için iklim değişikliğine bağlı olarak zorla yerinden edilmiş kişilerin durumuna dair yasal bir boşluk var. Yine de bazı bölgesel mülteci belgeleri, "kamu düzenini ciddi şekilde bozan" koşullardan kaçan mültecilere koruma sağlama konusunda daha geniş bir tanım sunuyor. Bu bölgesel enstrümanlar, iklim değişikliği için geliştirilmedi ama kontrolleri dışındaki olaylar hayatlarını tehdit ettiğinde insanların temel insan haklarını korumak amaçlı olduğu için yine de önemli örnek dokümanlar olarak temel sağlayabilir.

Aslında bu durumun göçe dair algının da farklı bir biçimde kavramsallaştırılmasına katkı sunacağı da vurgulanıyor. Göç, iklim krizi bağlamında bir çözüm. Özetle göçün güvenlik tehdidi ya da sorun olarak görülmesi yerine iklim krizinin ağır sonuçlarınla mücadelede hayatta kalabilmenin bir olanağı, çözümü olarak göç. Bu hepimizin dünya gezegeninde hayatta kalmaya çalışan insanlar, canlılar olarak düşünmeyi, çok daha evrensel, kozmopolit değerler üzerinden tartışmayı ele almayı gerektiriyor. Ülkeleri birbirinden ayıran sınırlar olsa da iklim krizi, çevre sorunları sınırların çok ötesinde etki yaratıyor. İklim değişikliğinin yarattığı etkiler nedeniyle insanlar zorla yerinden ediliyor. Bu durum sadece gelecek senaryosu değil, şu an, şimdi olan bir durum. İklim değişikliği ve artan doğal afetler, gıda ve su gibi temel kaynaklara erişimi tehdit ediyor.

Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler gibi birçok uluslararası kurumun çok sayıda çalışma, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin gıda güvenliği başta olmak üzere geçim kaynaklarına erişimi zorlaştırdığını aktarıyor. Bir de belirtmek gerekir ki bu krizden en çok etkilenenler en kırılgan en dezavantajlı gruplar aslında küresel ısınmaya en az katkıda bulunanlardır.

Soru 2-Suriye savaşının altyapısını oluşturan unsurlar arasında kuraklık ve şehre göç konusu da konuşuluyor. Ve iklim değişikliğini oluşturan nedenler ve sonuçlar kısmında sosyal ve çevresel etkileri çok net görüyoruz. Göç konusunu çevresel ve sosyal eksen bağlamında değerlendirebilir misiniz?

Prof. Dr. Ayşe Uyduranoğlu:

Ben Türkiye’nin bu şekilde devam etmesi halinde yani etkin uyum politikaları uygulamaması halinde göç alan değil, göç veren ülke olacağını düşünüyorum. Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) yayımladığı raporlara göre, Türkiye coğrafi konumu nedeni ile iklim değişikliğinden en çok etkilenecek ülkeler arasında yer almaktadır. Ayrıca iklim değişikliğinin etkilerinden biri olan aşırı hava olaylarına karşı Avrupa’nın en kırılgan ülkesi olarak görülmektedir. Bu bilimsel verilere ilave olarak, Türkiye’nin iklim değişikliğine karşı verdiği mücadelenin çok yetersiz olduğu da söylenebilir. Bir ülkenin sera gazı emisyonları, enerji kullanımı, yenilenebilir enerjinin toplam enerji içindeki payı ve iklim politikasına ait veriler dikkate alınarak her yıl hesaplanan İklim Değişikliği Performans Endeksi’ne göre, Türkiye’nin durumunun pek parlak olmadığını söylemek mümkün. Küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 92’sinden sorumlu olan Avrupa Birliği ülkeleri ve 59 ülkenin İklim Değişikliği Performans Endeks sıralamasında Türkiye 100 üzerinden 43,32 puan ile 47. sırada yer almıştır. Türkiye’nin iyi bir performans sergileyememesinin en önemli nedenleri ise, hızla artan sera gazı emisyonları, azaltım ve uyum politikalarını kapsamlı bir şekilde içeren bir iklim politikasının olmamasıdır.

Türkiye, her ne kadar son yıllarda farklı nedenlerden dolayı farklı ülkelerden göç almış ve bir şekilde bu göçlere kucak açmış ise de (eksik yapılanlar tartışmaya açık olmakla birlikte) bu durumun sürdürülebilir olamayacağı kesin. İklim değişikliğinin etkilerini artması ile birlikte Türkiye’nin kendisi birçok farklı sorun ile karşı karşıya kalacak, bu sorunlara çözüm üretemediği sürece göç alan değil, göç veren bir ülke haline gelecektir. Söyleşinin başında iklim değişikliği ve su güvenliğinden bahsettim. Türkiye, sanılanın aksine su zengini bir ülke değil. Ülkeler kişi başına düşen yıllık su miktarına göre sınıflandırıldığında, kişi başına düşen ortalama kullanılabilir su miktarı 1.000 metre küpten az olan ülkeler su fakiri olan ülkeler arasında yer alır. Türkiye, hâlen, kişi başına düşen 1.519 m³’lük su miktarı ile “su sıkıntısı çeken” bir ülke kabul edilmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK), Türkiye nüfusunun 2030 yılında 100 milyona ulaşacağını öngörmektedir. Bu durumda, kişi başına düşen su miktarının 1.120 m³/yıl olması beklenmektedir. Diğer bir deyişle, artan nüfusu, gelişen ekonomisi ve büyüyen kentleriyle Türkiye, “su fakiri” olma yolunda ilerlemektedir. Suyun günlük hayattaki, tarımsal ve sanayi ürünleri üretimindeki ikame edilemez rolünü düşündüğümüzde Türkiye’nin göç verir hale gelmesini beklemek yanlış olmaz. Son olarak, 2021 yılında yaşanan ve aşırı hava olaylarına örnek olarak gösterilebilecek orman yangınları ve selleri de düşündüğümüzde Türkiye’nin iklim güvenliğine sahip olduğunu söyleyemeyiz.

Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci:

İklim krizinin ve çevresel afetlerin nasıl sonuçları olacağı belli bir ölçüde tahmin edilse de açıkçası özellikle toplumsal etkilerini öngörmek çok kolay değil. Hem ülke içi hem de ülkeler arası insan hareketliliğinin kısa ve uzun dönemli etkileri çok farklı olabiliyor. Bu bağlamda “doğal” afet olarak görülebilen birçok durum aslında “doğal” nedenlerle oluşmuyor ve ekonomik ve toplumsal etkilerinin de sonuçlarını hesap edebilmek mümkün değil. Su örneği bu açıdan hem Türkiye hem de çevresindeki ülkeler için önemli bir sorun. İklim krizinin yol açtığı sorunlardan hangi ülkenin nasıl ve ne kadar etkileyeceği ve tabii ki alınan önlemlerin ve geliştirilen çözümlerin ne olacağının da belirleyici olacağı akılda tutulmalı.

Suriye’deki savaştan Türkiye’ye sığınan geçici koruma statüsündeki göçmenlerin durumunda örneğin kuraklığın şehirlere göçü arttırdığı ve iç savaşla neticelenen toplumsal gerginliklere zemin hazırladığı yorumları var. İlgili yazında bu yorumlara itiraz eden çalışmalar da var. Burada vurgulamak istediğim çok boyutlu ve farklı zamansal etkileri olan bir durum, kısa dönemde örneğin göçe yol açmayabilir ya da iç göçe yol açabilir ama uzun dönemde çok farklı gelişmelere etkileri olabilir.

Sonuçta iklim krizinin etkileri ülkeler arasında çizilmiş sınırlar ya da inşa edilmiş duvarlarla sınırlanmıyor, sınırlanmayacak. Bu çerçevede asıl düşünülmesi ve geliştirilmesi gereken perspektif özellikle gezegenin geleceği için her düzeyde sürdürülebilirlik perspektifiyle makrodan mikroya politikaları gözden geçirmek.

Soru 3-Ülkemiz en fazla göç alan ülkeler arasında yer alıyor. Sizce iklim değişikliği bu rakamları daha da yukarı tırmandıracak mı?

Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci:

Belirttiğim gibi Suriye’deki savaşa giden süreçte kuraklığın etkisi ve şehirlere yoğun göçün etkisi olduğu yorumları var. Ancak bu etkinin boyutlarını, zamansallığını gösterebilmek kolay değil. İklim değişikliğinin etkileri yöreye, bölgeye ve ülkeye göre değişebiliyor. Bazı yerlerde iklim kaynaklı göç bir çözüm olabilirken, bazı durumlarda siyasal toplumsal istikrar etkilenebilir. Geçimleri toprağa ve doğal kaynaklara bağımlı olan nüfus için afet durumu olmadan da süreç içinde oluşan iklim değişiklikleri üretimi etkileyebilir ve bu durumun ekonomik ve sosyal etkileri ağır olabilir. Ülkelerin sınırları içinde, ülkeler arasında da zorunlu göçler iklim değişikliği sonucunda olabiliyor. İnsanlar tarımsal üretimden vazgeçebiliyor, vazgeçmek durumunda kalabiliyor. Çatışmalardan çok iklimle ilgili felaketler nedeniyle ülke içinde yerinden edilmenin daha fazla olduğunu görmeye başladık. Bu bağlamda çevre sorunları hiçbir zaman yalnızca çevresel bir sorun değil, aslında temelde bir insan hakları sorunudur.

İklim değişikliği kırılganlığı arttırıyor. Var olan mevcut riskleri arttırarak, gıda ve su güvensizliği oluşturuyor. Aslında hayati kaynaklar üzerindeki rekabet ile zaten egemen olan belirsizlik, endişe haline çarpan etkisi yaratıyor. Çatışma ve zulümden kaçan diğer sığınmacıların, mültecilerin deneyimlerinden bildiğimiz asıl yaşamları tehdit altında olan bu kişilerin “tehdit” olarak algılanması. İklim nedeniyle örneğin batan bir ada devletinin yurttaşlarının zorunlu göçünün nasıl ve ne şekilde olacağı, bu göçün hem bu deneyimi yaşayan insanlar hem de göç edilen toplum için nasıl etkileri olacağını düşünmek önemli. İnsan hareketliliğinin günümüzde hayatın bir gerçeği olarak kabul edilip, var olan vatandaşlık çerçevesinin de yeniden değerlendirilmesi gerekiyor. Ayrıca belirttiğim üzere sürdürülebilirlik hayati. İklim değişikliği maalesef tüm dünyada en yoksul, en kırılgan grupları etkiliyor. En şiddetli, en orantısız biçimde bu dezavantajlı gruplar çevresel afetlerden etkileniyor. Bu yüzden de aslında hakkaniyet ve adalet ile çok ilişkili. İklim değişikliğinin sonuçları var olan eşitsizlikleri arttırıcı bir rol oynuyor ve oynayacak. Bu nedenle 2015 yılında Birleşmiş Milletler tarafından belirlenen 17 Sürdürülebilir Kalkınma Amacı, birçok açıdan çevre politikaları ve iklim değişikliği ile mücadele ile yakından ilişkilidir.

Telefon

0 216 906 0315

Email 

Sosyal Medya

  • Spotify
  • LinkedIn
  • Instagram
bottom of page